alperen
  Fikir-i Davamiz
 

Misyonumuz:

Soru
·  Alperen Ocaklari Ne için vardir ?
·  Alperenlik ?
·  Alperen Ocaklarý ?
·  Milliyetcilik Anlayisimiz ?
·  Liderimiz ?

Cevap
·  Alperen Ocaklari Ne için vardir ?

Alperen Ocaklarının Amaçı Kısaca Aşşağıda Anlatılmaya çalışılmıştır.ZALiME YAVUZ,MAZLUMA YUNUS  BiZ TÜRK ERLERiYiZ SANCAK iSLAM, BiLiNSiN MEYDANA ÇIKAN YOKSA KILIÇ BiZE VERiLSiN. NİZAM-I ALEM -Yaratan Rabbinin adıyla... -Kurucusu ve biricik önderi Resulullah (S.A.V.) olan davanın adıdır İ'la-yı Kelimetullah için Nizam-ı Alem. -Şahadet günlüğüdür. -Tarık Bin Ziyad'a İspanya'ya geçtikten sonra ilk iş olarak gemileri yaktıran, Melikşah'ın Akdeniz'in köpüklü sularına atıyla yürüyüp "Ya Rabbi, bu denizi önüme çıkarmasaydın, senin adını denizin ötesine yayacaktım"diye haykırtan, 21'lik delikanlı Fatih'e gemilerini karadan yürüttüren, Yavuz'a dünya haritasını açtırıp ta "Bu dünya iki hükümdara dardır" dedirten sevdadır Nizam-ı Alem... - Çanakkale'dir, Balıkesirli Seyid Çavuş'un 250 kiloluk mermiyi namluya sürdüğündeki yürek çırpıntısıdır. hindukuş dağlarının barut ve cihad kokusudur. -Nizam-ı Alem verecek bir can borcu olduktan sonra "Ha urganda, ha yorganda" diyenlerin ezgisidir.. Darağacında doğan Anka kuşudur.. -Cevher Dudayev'dir Nizam-ı Alem... Aliya İzzet Begoviç'tir...21.yüzyılda yankılanacak en gür sedadır.. -Türküsü Mehter olan ülküdür.. -Selam olsun zulme karşı koyanlara -Ve haksızlık karşısında susmayanlara... ALPEREN -Bilediğinde  nabız atışını yüreğinde  kalp atışıyla   akort  edip  ebedi  besteyi terennüm eden kahraman… -Koca sultan Alparslan’dan Alpliğini ,hoca  Ahmet  Yesevi ve Horasan   Erenlerinden  ermişliğini  alan  zirve insan…Gündüzü tesbih çekme  suhuletiyle   rıza –yı  bari için kılıç  sallamakla, geceyi de kılıç keskinliğinde  tesbih ve cihat  heyecanında  zikirle  geçiren babayiğit …İ’la-yı   Kelimetullah uğruna Anadolu’yu ilahi bir dantela gibi işleyip motif motif Tevhid’e  kolonize eden teslimiyet gönüllüsü…Diyar-ı Rum’u Kutsi bir kanaviçe gibi örüpte desen desen Türkiyeleştiren ve İslam’a kanalize eden bir Gazi-Derviş. -Zikir-fikir-şükür sacayağında sabitayak bir cengaver… Allah’ın yolunun delisi… belki velisi... -Yıldızlar ötesi yankılanan Mukaddes davanın kilometre taşı.. Köprübaşı.. -Ve kalemşör… ALPERENLİK; dağ gibi bir imanı yumruk kadar bir kalbe sıkıştırma işi.. İmanın demir gibi her dem köz köz  işlenişi.. Hizmette önde, ücrette arkada olma becerisi.. -Dünya ve ahiret dengesini kurma ve koruma başarısı... -Alpliğe eren; bileğinin hakkını vermiştir. -Erenliğe eren; yüreğinin hakkını vermiştir. -Alperenliğe eren; Maksuda ermiştir.

[ Yukarı Dön ]
·  Alperenlik ?

"Alp", eski Türklerde kahraman, bahadır, yiğit sıfatlarını ifade eden bir isimdir. "Eren", ermiş, erişmiş, iyi yetişmiş, vasıl olmuş demektir. Alperen kafilesinin başında Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve O’nun seçkin dört arkadaşı (Dört Halife) bulunuyor. Bizim Alperenler, madde ve mânâda, cenk ve cesaretle, sevgi ve merhametle, insaniyete, İslâmiyete, ümmete, millete hizmette daima Hz. Muhammed’i (S.A.V.) örnek tuttuğu ölçüde ulaşıyor, destanlaşıyor. Bakıyoruz Oğuz Han, Ahmed Yesevî, Dede Korkut, Fatih Sultan Mehmed bütün varlıkları ile peygambere benzemek istemişlerdir. Bir büyük Alperen olarak da Fatih Sultan Mehmed’i hatırlayalım. Hocası Akşemseddin Efendi’nin önünde diz çöküp, Hakk divanına durmayı, sarayında safa sürmeye yeğ tutan da, İstanbul’un fethi sabahı Topkapı ordugâhında yüzbinlerce askerine, beyine, paşasına imam olup, zafer namazı kıldıran da O’dur. Ama dualarla, tekbirlerle beraber Urban Usta’ya, Musluhiddin Bey’e döktürdüğü topları Bizans’ın katil kulelerine yönelten de Sultan Mehmed olup, Dolmabahçe’den Beyoğlu tepelerine gemiler çıkarıp, donanmayı kızaklarla Haliç’e indiren de yine O’dur. Yine madde ve mânâ dengesini, örnek aldığı Peygamberimiz gibi O da saklamış, uygulamış, Alperenlik töresinin timsal kişilerinden olmuştur. Esasen yücelikleri koruyabilmek, ancak büyüklüğünü muhafaza edebilen milletlere vergidir. Rabbim fillere çiğnetmedi, filleri ebabil kuşları ile kovaladığı kabesini koruyacak cevherini elbette biliyordu. Nitekim Yavuz Sultan Selim, kendisini Harameyn’in hakimi ilan etmek isteyenlere, "Hayır, Harameyn’in Hadimiyim" diyerek Alperenlik dersi veriyordu. Alperen gayba inanan adamdır. Herşeyi Allah’ın işi olarak yorumlar, o sebeble her işte hayır bulur. "Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler." onun için tek gerçektir. Nefsine arsa yapıp, onun üzerine Allah sevgisi, insan sevgisi, vatan sevgisi binalarını ihtişamla inşa eden, kanatlarını geniş u*****lara açtığı için geniş manzarada kimseyi bıktırıp usandırmayan "İnsan-ı Kâmil"dir, Alperen. Yunus Emre şu iki mısrasında hem kendini, hem de kendisine keramet izafe edilen ve milletin herşeyini benimseyip överek yorumladığı Alperen kişiyi anlatmaktadır: "Her dem yeni doğarız. Bizden kim usanası" Alperen, dünyanın sufliliklerinden arınmış, nefsini boğazlamış, başkalarının görüş sınırlarını aşmış, ”dünyaya gelişin hüner ” olmadığını kavramış, mutlaka bir ulvi iddiası, zirvede ise aşkı olan adamdır. Kendisini yenemeyen düşmanını yenemez ve hiçbir gence de peşimden gel diyemez. Kavgamız inancımızın ve imanımızın düşmanlarıyla olacaktır. Cahillikten, yobazlıktan, zalimlere itaata, şartlanmış kölelik anlayışından, taklide meyletmekten, kutsal idealleri dünyevi menfaatler için pazarlamaktan geçen yollar bizim yolumuz olmayacaktır. Helâl ve haram kavramlarını dinimizin emrettiği şekilde, önce nefislerimizde tatbik edeceğiz, sonra da başkalarını bu çizgiye çekeceğiz. Alperenlik iddiamızın temel felsefesi budur. Buna riayet etmezsek, muvaffakiyetimiz nisbi olur, batıl olur. Halbuki bizler, her türlü kötülükten arınmış, nihaî hedefin yolcularıyız. Alperen; eşref-i mahlukat olarak Allah’a kulluk ve ibadet için varolduğuna inanır. Alperen; bu gaye içinde kendi benliğini gayesine teslim etmiş ve gayesi içinde erimiş insandır. Alperen; kalbi diliyle, dili de kalbiyle beraber olan, sözü işine uyan kişidir. Alperen; "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." buyuran Peygamber Efendimiz’in hayatını örnek alarak, zevki ve saadeti O’nun yaşadığı güzel ahlâkta bulan insandır. Alperen; kula kulluğu reddeden, kuvvet karşısında boyun eğmeyen, Hakk yolundan dönmeyen insandır. Alperen; Hz. Ebu Bekir (ra) gibi adil, Hz. Osman (ra) gibi nezaket ve ilim sahibi, Hz. Ali (ra) gibi cesur insandır. Alperen; çağın getirmiş olduğu problemlere İslâm’ın değeryargılarıyla çelişmeyen önlemler bulan insandır. Alperen; paranın hükmettiği insan değil, paraya hükmeden insandır.

[ Yukarı Dön ]
·  Alperen Ocaklarý ?

Bazı kavramlar vardır ki, insanların hem birey hem de grup olarak hayatlarını şekillendirir. Bir yerde şekillendirmekle kalmaz onun yaşayış tarzı ve kültürü olur. Alperen olmak kolay değildir. Çünkü; Alperenlik büyük bir meziyeti, kararlılığı ve cesareti ifade ediyor. Cazibesi çok yüksektir. Alperenlik İlayı Kelimetullah doğrultusunda Aleme nizam verme sevdasıdır. Adaleti alemin bütününde hakim kılma davasıdır. Yer yüzündeki zulümleri durdurma azmidir. Kendini bilen dağa taşa “Hak yol İslâm yazacağız” diyen herkes Alperenim demeye can atıyor. Çünkü : “Alperen, beyninin her hücresine işlemiş olan düşünceler -değerler- iktidar olmadıkça “muhalif olma” dürüstlüğünü terk etmeyen insan” dır. Alperen ömrünün hiç bir döneminde karşısında olduğu sistemle işbirliği yapmaya tenezzül etmeyen insan” tipini temsil eder. Alperen “kendini ısıran köpeği beslemeyen” bir tiptir. Ve zalimlere rest çeken “cesur yürek”tir. Alperen gizli mahfillerin düşmanıdır. Alperenler haksızlığa, uğursuzluğa ve zulme boyun eğmezler. Kısada Alperen “dik” durandır. Alperenler “dik” oldukları için mazlumun dostu, zalimin düşmanıdırlar yeryüzünde. Zalimler hep Alperenlerden çekinirler. ALPEREN OCAKLARININ VİZYONU, MİSYONU, ORGANİZASYONU VE AHLAK İLKELERİ İçinde bulunduğumuz asır “sivil toplum örgütleri”nin cemiyet hayatında çok aktif hale geldiği bir dönemdir. Modern devletler toplum hayatının şekillendirilmesinde sivil örgütlerin önemini kavramış ve görevlerinin büyük bir kısmını adı geçen örgütlere marifetiyle yerine getirmekte oldukları bilinmektedir. Bir milletin varlığını devam ettirebilmesi bünyesinde oluşan sivil toplum örgütlerinin milletin bekası doğrultusunda faaliyet göstermeleriyle doğru orantılıdır denilebilir. Sivil toplum örgütleri ve kurumları genel anlamda kurucuları tarafından belirlenen amaçlar ve hedefler doğrultusunda faaliyetlerini sürdürürler. Sivil toplum örgütlerinin ve kurumlarının oluşmasında toplumun kültürel değerleri önemli yer tutar. Örgütlerin kuruluşunda ve işleyişinde kültürel değerlerin tesiri göz ardı edilemez. Türk milletinin tarihi seyrini ve gelişim sürecini analiz ettiğimizde diğer toplumlardan farklı olarak “vakıf medeniyeti”ni oluşturduğunu ve bu medeniyet anlayışının inşasında sivil toplum örgütlerinin ağırlıkta yer aldığı ve bunların toplum hayatını derinden etkilediği görülür. Tarihi süreç içerisinde Türk sosyal hayatını derinden etkileyen sivil örgütlerin başında “Ahilik teşkilatı” gelir. Bu tür teşkilatlanmalara ihtiyacımız vardır ve Alperen Ocakları böyle bir iddianın sahibidir. Unutulmamalıdır ki, bir örgütün varlığını yüzyıllarca devam ettirebilmesi ve içinde bulunduğu topluma hizmetinin doğru anlaşılması onun temel özelliklerinin geçerliliği ile doğru orantılıdır. Alperen Ocaklarının bu bağlamda analız edilmesi başta mensupları olmak üzere tüm insanımıza doğru anlatılması gerekir. Aleme nizam verme iddiasında olan teşkilatın kendini ifade etmesi ve benimsetmesi kaçınılmazdır. Bunu başaramayan teşkilatlar misyonları ne kadar ulvî olursa olsun daralmaya mahkumdur. Alperen Ocakları kendini ifade edebilecek durumdadır. ▼ Alperen Kimdir? Şahıslarda değil, “hakta ve hakikatte birlik” ilkesini benimseyen, hayırlı ve güzel işlerde eksiği olabilen ama adı asla  kötü bir işle anılmayan, helal çizgisinden sapma  göstermeden,"kul hakkına riayet” hasiyetini  dünya görüşünün merkezine yerleştiren insandır.       İsimlere ve şekillere bakarak, “kabul ve ret” anlayışını benimsemeyen, her dem  üretken ve faydalı olan, vatanına ve değerlerine ihanet etmeyen onurlu ve şahsiyetli insandır.        Yaratılanı,Yaratan’dan ötürü seven,samimiyetini yaptıklarıyla gösteren, içyüzleri gösterecek bir aynanın karşısına geçmekten, zerrece tereddüt etmeyecek derecede, içi-dışı bir olan insandır.        Gayesi  Allah Rızası olduğu için,lügatinde kaybetmek diye bir kelime olmayan, daima ümit var olan,huzur  ve selamete kavuşturacak aklın, ilahi vahyin ışığında yol alan aklın olduğunu bilen insandır.    Hayra yönelik değişme ve değiştirmenin en etkili yolunun,“anlayarak okumak ve yaşayarak öğretmekten”geçtiğini bilen insandır.        Mevlana’ca hoşgörü,Yunus’ça sevgi,Yavuz’ca cesaret ve karar sahibi olan insandır.       Adalet  temeli  üzerinde yükselecek  olan, yani  bir  “sevgi ve rahmet medeniyetini” inşa etme azim ve kararında olan, mazluma umut zalime korku  salan bir nizam-ı âlem ülkücüsüdür. Allah’a iman  eden ve İslam'ı,insanlığın  ışığı olan Hz. Muhammed  (s.a.v.)’in  yaşadığı gibi yaşamaya çalışan bir müslümandır. “Besmele her hayrın başıdır” emri gereğince, işlerine besmeleyle başlayandır. Hakk’ın hatırını her şeyin üzerinde tutan, haklının safında yer alan ve haksızlıklara karşı çıkandır.   Allah’ın hoş görmediğini -her ne adına olursa olsun- asla hoş görmeyendir. Hakça  paylaşan , Allah  Rızası  için  malından ve parasından ,imkanları ölçüsünde muhtaçlara vereceği  sadakayı, baş kakmadan ve gösterişe kaçmadan veren insandır.                                  Tüysüz  yetimin hakkını bile  göz ardı etmeyen, helal-haram konusunda kılı kırk  yararcasına  hassas olan,                         Zerre  kadar hayır ve şerrin karşılıksız kalmayacağını bilen  ve de  “kul hakkın riayet  hassasiyetini”  dünya görüşünün merkezine koyan insandır.               Sınırsız hayrın adı olan “İlay-ı kelimetullah” (Allah’ın kelâmını yaymak ve onunla yücelmek)  yarışında önde olmayı isteyendir.      Çevresine  ve  dünyaya  Rahmani  değerlerle  nizam  vermeye  çalışan  ve de  “doğrularda birlik”  ilkesini benimseyen bir nizam-ı âlem ülkücüsüdür.                              Milli şairimiz M. Akif Ersoy’un  “tek dişi kalmış canavar” olarak  tanımladığı, sömürgeci batı medeniyetinin yerine , insanlığa , adalet  temelleri  üzerinde  yükselecek olan yeni bir  “sevgi ve rahmet”  inşa etme azim ve kararında olandır.      Konuşan değil gerçekleştiren, samimiyetini yaptıklarıyla gösteren, güçlü olmanın yolunun samimi olmaktan geçtiğini bilendir. Kaldırılan her taşın altından çıkmayan, yapmadıklarını anlatmayan, iş başa düşünce kaçmayan, münafıkça tavırlar sergilemeyen, özü-sözü bir olandır.      Politikadan  günlük yaşantısına  kadar , “çıkarcılığı ve aldatmayı” tarz  haline  getiren , adeta avlayacakları  kuşlara yem atan avcılarabenzeyen insan müsveddelerinden, nefret edendir.    İnsanlar  arasında  “gönlünü avucunu içerisine koyarak” utanmadan dolaşabilecek  kadar ,gönlü temiz bir    iman eridir. Yunus’un deyişiyle, “dergahına eğri odun yakıştırmayan” bir hassasiyetin sahibidir.Temiz yaşayan, temiz giyinen, insani münasebetlerinde ölçülü ve seviyeli olandır.    Aldatmayan  ve  aldanmayacak derecede  feraset-basiret  sahibi olan,kalesinde  gördüğü golün, pasını vermeyecek ölçüde tedbirli ve aynı zamanda strateji geliştirebilendir. Hedefe varmak ve başarmak  mecburiyeti olmayan, ancak gerekeni  “gerektiği şekilde”  yapma zorunluluğu  olan  insandır. Kabe’yi inşa eden İbrahim peygambere, “seslen Allah’ın kullarına, yönelsinler Kabe’ye”  vahyi gelince “Ya Rabbi benim sesimi  kim duyarki?”  cevabını  verir. Bunun  üzerine  yüce  Allah,  “senin görevin seslenmektir,duyurmak ise bize aittir.” buyurur.      Hiçbir zaman duygularını aklının, aklını da ilahi vahyin önüne geçirmeyendir.      Ürkütülmüş bir serçenin çırpınışından ürperen merhametli bir gönüle;Allah’ın ölçülerine ters düşen söz, hal    ve harekette ana-babasını bile tanımayacak derecede katı bir kalbe sahiptir. Mazluma umut, zalime korkudur…

[ Yukarı Dön ]
·  Milliyetcilik Anlayisimiz ?

Milliyetçilik mefhumu Fransız ihtilalinin dilimize kazandırdığı bir kavramdır. Bu kelime aslı itabiriyle Arapça’dan dilimize geçmiştir. "Millet" kökünden türemiştir. Arapça’da millet din ve şeriat mânâsındadır. İslâm ve Hıristiyanlık gibi. Allah-u Teâlâ’nın kullarına Peygamber vasıtasıyla, onları dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak için göderdiği şeriata verilen isimdir. (1) Kur’an’ı Kerim’de bu kelime on beş yerde geçmekte ve istisnasız hepsinde "Din" mânâsında kullanılmaktadır.

Millet kelimesi dilimizde galât-ı meşhur yani Arapça’daki mânâsının dışında kullanılmaktadır. Millet kelimesi dilimizde, asırlarca beraber yaşamış, zulüm ve felakete beraberce göğüs germiş, şan ve şerefi beraber istihsal etmiş, beraber ağlayarak beraber sevinmiş, gelecekte ortak gayeye ulaşmak ve beraber muzaffer olmak için yardımlaşan insanlardan meydana gelen, bir topluluk mânâsına kullanılır. (2) Bu anlamıyla bizde kullanılan millet kelimesi, Arapça’da şa’b kelimesinin tam karşılığıdır. O halde, bizdeki millet kavramını alarak, Arapça’da milletin din mânâsına geldiğini ve Kur’an’da bu meyanda millet ve dolayısıyla milliyetçiliğin olmadığını ileri sürenlerin, kavram kargaşasından bu sonuca vardıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Millet (yani şa’b) kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Hucûrat Suresi 13. ayette Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: "Ey İnsanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yaratttık. Sizi milletler (şuûb) ve kabileler halinde koyduk ki birbirinizi kolayca tanı yasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır."
Bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra milletin tarifini yapmamız gerekiyor. Çünkü milliyetçilik meselesi asıl rengini milletten almaktadır. Zaten "millet demek, herhangi bir esas etrafında toplanmış, mütesanid insan kütlesi demektir." (3) Bir milletin etrafında toplandığı esaslara, milliyet unsurları denir. Bunlar da: soy, din dil, vatan, tarih, kültür birliği, gelecekte beraber bağımsız yaşama arzusu vb. olarak sayılmaktadır. Bu esaslar, Durkheim’in tarifinden alınmıştır. Bir topluluğun millet seviyesine ulaşması, bütün bu esasların var olmasını gerekli kılmaz. Etrafında toplanılan bu "esas" bazan Fransa ile Çin’de olduğu gibi "kültür", bazen Almanya’da olduğu gibi "ırk", bazen Slav ve Arap âlemleriyle Romanya’da olduğu gibi "dil", bazen ABD’de olduğu gibi "tabiyet" (vatandaşlık), bazen Avusturya’da olduğu gibi "mezhep" ve bazen de İsviçre’de olduğu gibi "vatan" kavramından ibaret olabilir. Bir camianın millet sayılabilmesi için bunlardan herhangi birinin etrafında toplanmış olması yeterlidir. (4) Bu tariflerden hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: "Milliyet, bir toplumun bir araya gelmesine sebep olan içtimaî bir nefis, bir vicdan demektir." (5) Belki de Durkheim’in kollektif şuur dediği, milliyetin kendisidir. Irk ve kan milletin kabiliyeti değil, bu kabiliyetin ortaya çıkmasına yarayan vasıtalardır. Her milletin genişleme gücü o vicdanın şumûl derecesi ve külliliği ile mütenasiptir. Dil dahi, ırk ve kandan ziyade bu vicdanın ifadesidir. Din, bu vicdanın en şumûllü temelini, en büyük temelini oluşturur. Bir toplumun dini ne ise, toplumsal vicdanı o; toplumsal vicdanı ne ise, dini de odur. Milliyetçilik ise, millet uğruna fedakârlığa verilen isim olduğuna göre; bir toplumun milliyetçilik anlayışı aynı zamanda onun dinî inancını temsil eder. Milliyetçiliği bir ideoloji olarak takdim etmek, bir topluluğun vicdanı olmaktan uzak ve sadece iyi ahlâktan ibaret olan Hristiyan kökenli düşünürlerin marifetidir. Bütün bunlardan şunu anlıyoruz ki, müslüman bir fert, İslâm’ın hayatın bütün meselelerine izah getirdiğinin ve eksiklikten münezzeh olduğunun şuurunda olması hasebiyle ayrıca kendisine ideoloji arama zahmetine katlanmaz. İsterse bu ideoloji milliyetçilik adını almış olsa bile...
Bu şekilde bir milliyetçilik ideolojisiyle yola çıkanları, Efendimiz (S.A.V.) kınamakta ve bu davaya asabiyyet adını vermektedir: "Sırf soyu için öfkelenir, yahut sırf soysop davasına çağırır, yahut (hak davaya değilde) kuru bir kavmiyet ve asabiyet davasına yardım eder ve bu yolda öldürülürse, işte böylesinin ölümü tam bir cahiliyet ölmüdür." (7)
İnsanların kavimler halinde yaratıldığına yukarıda işaret etmiştik. Ayrıca Cenab-ı Hakk, kavimlerin renk ve dillerinin ayrıldığı (Kum 30/22) kudret ve varlığın delilleri olarak saymaktadır. Demek ki insanlar milletler halinde ve fertlerde mensubu bulunduğu milleti seven bir fıtrat üzerine yaratılmışlardır. Nitekim Efendimiz (S.A.V.) "Kişi kavmini sever" (8) buyurmakla bu hakikate işaret etmiştir. Ayrıca Efendimiz "Sizin en hayırlınız, günah olmayan işlerde kavmini müdafaa edendir." (9) buyurmakla kavme yardımı teşvik etmektedir. Fakat bu yardım ve müdafaanın sınırı bir başka Hadis-i Şeriflerinde sahabeden bazılarının "Kişinin kavmini sevmesi asabiyet midir?" diye sormaları üzerine şöyle açıklamıştır: "Asabiyet, kişinin zulümde kavmine yardımcı olmasıdır." (10) İmamı Şafiî bu konuda şu açıklamayı yapmaktadır: "Bir kimse kendisine helal olmayan (haram) bir şeyi başkasına yüklememek şartıyla, kavmini, başkasına tercih ederse, bu asabiyet değil sıla-i rahimdir. Sevgide mekruh olan bir kimsenin zulüm, nesebe kötü söz söylemek, asbiyet ve başka nesebe kin duymak gibi Allah’ın haram ettiklerini başkalarına hamletmesidir; Üstelik arada kötülük ve cinayet gibi bir sebep olmadığı halde... Böylece kin, Allah ve Resulü’nün emirlerinin hilafına (bir özrü olmaksızın), asabiyete dönerse, Allah’a isyan içinde olur. Bunda kesinlikle te’vil olmaz. Ve bu konuda müslümanlar arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Kim kalkar bu şekil üzere devam ederse, şahitliği merduttur." (11)
Kişinin kavmini, yani mensup olduğu topluluğu İslâm’ın sınırları dahilinde kalmak şartıyla sevmesi ve yardımda bulunamsının makbul sayılan işlerden olduğunu anlamış bulunuyoruz. Bu konuya biraz daha açıklık getirmek için Babanzade Ahmet Naim’in görüşlerini de aktaralım: "Türk ve Müslüman" yahut "Müslüman ve Türk" gibi, bir ayrılık hissi veren tabirlerden vazgeçmek, hasılı İslâm ümmetini parçalayacak her türlü tavır ve hareketten sakınmak lazımdır. Bu hususlara dikkat etmek şartıyla, şeriatın çizdiği selamet ve saadet dairesi içinde Türkler için istediğiniz kadar çalışın. Türkler’i istediğiniz kadar irşâd edin. Yalnız dikkat edin ki, irşâdlarınız "Türklük" namına değil, "Müslümanlık" namına olsun. Türkler diye değil, Müslümanlar diye hitap edin. Hülasa "Türklük"e değil, zaten müslüman olan "Türkler"e hizmet ediniz. Bu hizmet sizi, Allah ve kulları yanında makbul kılar." (12)
"Şeriatın çizdiği sınırlar içinde milletine yardım etmek yine İslâmiyet’in emrettiği şeydir. Böyle hareket edenlerin elini öper, başımızın üstüne koruz. Türk diline, sanatına, edebiyatına, ticaretine hizmet edenler fevkalâde bir iş görmüş olurlar. Din hakikatlerini -tıpkı bizim yaptığımız gibi- kendi dillerince neşretsinler. "Biz, hiç bir peygamberi kavminin lisanından başka bir dil ile göndermedik. Ta ki onlara hakikati anlatabilsin." (13) Ayet-i Kerimesi’nin işaretine bakarak bunu teşvik de ederiz. Yalnız Türkler’e taraftarlık adına diğer müslüman kavimlere zulm etmesinler." (14)
Buraya kadar yaptığımız açıklama ve nakillerden, kişinin kavmini haksızlıkta olmamak şartıyla, sevebileceğini ve onun milletine hizmetine sürükleyen âmilin İslâmi motifli olması gerektiği anlaşılmış oluyor. Yani bir topluluğu harekete sevk eden sebeb, mutlaka dinî gayretten ileri gelmektedir. Bu sınırlar dahilindeki milliyetçilik anlayışı meşrudur. İslâm ile şereflenmiş milletlerin bu anlayışla hareket etmeleri beklenir. Çünkü insanları birbirleriyle olan münasebetlerini İslâm’a göre şekillendirmeleri şarttır. Bütün tavır ve tepkilerini İslâm’ın düsturlarından almalıdırlar. Sadece aynı soydan ve dildendir diye ırkdaşına taraftar olmak yanlış bir anlayıştır. Zira İslâm’a göre, her fert, en yakın kan bağıyla bağlandığı baba ve kardeşleriyle olan münasebetlerinde bile, dinî inancı birinci plana çıkarmak zorundadır. Bu hususu şu Ayet-i Kerime gözler önüne sermektedir. "Ey inananlar! Babanızı ve kardeşlerinizi, küfrü imana tercih ediyorlarsa, dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, o zalimlerden olmuş olur." (15)
O halde rengini İslâm’dan almış bir milliruh ve seciyeye ulaşmak, bu milliruhu İslâm’ın gösterdiği istikamete yönlendirmek en doğru yoldur.
1-El-Mu’cemu’l-Vasit, Millet Maddesi, 2-Ziya Gökalp, Makaleler II. Kültür Bakanlığı Yay. İstanbul, 1986, s.69

 

[ Yukarı Dön ]
·  Liderimiz ?

Zahiri Liderimiz İlay-i Kelimetullah Yolunda gitmeye devam ettikce MUHSİN YAZICIOĞLU'dur...!Muhsin YAZICIOĞLU ;Muhsin Yazicioglu, 1954 yilinda Sivas'in Sarkisla ilçesi Elmali Köyü'nde bir çiftçi ailesinin oglu olarak dogdu. Ilk ve orta ögrenimini Sarkisla'da yapti. Yüksek ögrenimini yapmak üzere 1972'de Ankara'ya geldi. Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nde tamamladi. 1968'de cemiyet (dernek) çalismalarina basladi. Sarkisla'da Genç Ülkücüler Hareketi'ne katildi. Ankara'ya geldikten sonra ise, Ülkü Ocaklari Genel Merkezi'nde görev yapmaya basladi. Sirasiyla; Ülkü Ocaklari Genel Baskan Yardimciligi ve Ülkü Ocaklari Genel Baskanligi yapti. (1977-78). 1978'de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Dernegi'nin kurucu Genel Baskani oldu. 1980 yilina kadar MHP'de Genel Baskan Müsavirligi görevinde bulundu. 12 Eylül 1980'de yapilan askeri darbenin ardindan, MHP ve Ülkücü Kuruluslar Davasi sanigi olarak cezaevine konuldu. 5,5 yili hücrede olmak üzere 7,5 yil Mamak Cezaevi'nde kalan Muhsin YAZICIOGLU, 7,5 yil cezaevinde kaldigi bu davadan herhangi bir ceza almadi. Cezaevinden çiktiktan sonra, magdur olmus ülkücülere ve onlarin ailelerine yardim amaciyla kurulan Sosyal Güvenlik ve Egitim Vakfi'nin baskanligini yapti. 1987'de arkadaslari ile birlikte MÇP'de siyasete girdi. MÇP'de Genel Sekreter Yardimciligi görevinde bulundu. 1991 genel seçimlerinde üç partinin olusturdugu ittifak bünyesinde, milletvekili adayi oldu. “O, inançlarinizi Meclis'e tasiyacak” sloganiyla, Sivas'tan milletvekili seçildi. 1992 yili Temmuz ayinda, “içinde bulundugu partinin siyasi anlayisiyla uyusamadigi için” bir grup arkadasi ile birlikte MÇP'den ayrildi. 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi kuruldu ve bu partinin Genel Baskanligina seçildi. 24 Aralik 1995'te yapilan erken genel seçimlerde ANAP-BBP ittifakindan 20. Dönem Sivas milletvekili olarak, yeniden meclise girdi. 28.02.1996 tarihinde ANAP'tan istifa ederek, BBP'ye döndü. 26 Nisan 1998'de yapilan 3. Büyük Kurultay'da, 8 Ekim 2000 tarihinde yapilan 4. Büyük Kurultay'da, 2 Haziran 2002 tarihinde yapilan 1. Olaganüstü Büyük Kurultay'da ve 20 Temmuz 2003 tarihinde yapilan 5. Olagan Büyük Kurultay'da tekrar BBP Genel Baskanligina seçildi. Halen bu görevi devam ettirmekte olan Muhsin YAZICIOGLU, evli ve iki çocuk babasidir

[ Yukarı Dön ]

 
  Bugün 3 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol